Carpe Diem!
Sabahın erken
saatleri zannediyorum ki sabah 08.30 idi; Ramazan ayı, üniversite zamanlarım,
ilk yurtdışı deneyimim Amerika’dan, Türkiye’ye geri dönmemin üzerinden
zannediyorum iki gün geçmişti. Dolu dolu, hareketli, uzunca bir yaz ayı, uzun bir
yolculuk, saat farkı derken Ramazan ayı ile birlikte bünyem daha olağan haline
dönememiş; yeni uyanmış halde salonda oturakalmışım. O dönemde okyanus aşırı
olan yerlerde bizim kullandığımız çoğu cep telefonları kullanılamıyor idi; o
yüzden cep telefonum Türkiye’de kapalı vaziyette bırakmıştım. Dört aydan fazla
süre sonra ilk o gün cep telefonumu elime aldım; açtım. Kimseye geldiğimi daha
haber etmemişim fakat beni oradayken e-postalarıyla yalnız bırakmayan bir lise
arkadaşımdan mesaj geliverdi ekrana ve sadece şu yazıyordu:“Carpe Diem!” … Şaka gibi sanki geldiğimi fark etmiş, telefonumu
açtığımı görmüş gibi. Bir zaman geçmiyor ki bu sefer telefon çalıyor;
tanımadığım bir numara. Açıyorum. Bir kadın sesi. İlk ne söylediğini hatırlamıyorum.
Mealen kocasına benim telefonumdan mesajlar geldiğini, mesaj atılmamasını
istediğini söylüyor. Mesaj atılmamasını istendiğine göre -mesaj içeriklerini
bilmesem de, asıl mesaj atan kişiyi de bilemesem de- anlaşılan kadın ve
kocasının ilişkisi bağlamında derin bir sıkıntı var. En azından kocasının niyeti
açısından durum sadakatsizlik alanına girecek şekilde. Ya duygusal,ya nesneleştirme, ya cinsi,
kısaca aldatmanın bir çeşidi olabilecek veya herhangi bir çeşit aldatmayı ele verecek
içerikli mesajlar olmalı ki sabah sabah tanımadığı birine telefon edip “mesaj
atma” desin. Kadına durumu izah etmeye bu telefonun aylardır kullanılmadığını,
zaten böyle bir şey olmasının mümkün olamayacağını, hem de ne kendisini ve ne eşini tanımadığımı sakin sakin izah ediyorum ama inandıramıyorum. Ruhu o kadar yorgun
olmalı ki beni dinlemiyor büyük ihtimalle. Yanlış numara çevirmiştir, diye
düşünerek hangi numarayı aradığını soruyorum; gerçekten de benim telefon
numaramı söylüyor. O zaman ben de afallayarak kalakalıyorum. Nasıl olabilir? Kadın kibar,
hakaret etmiyor hatta oldukça nazik sadece ses tonu içinin hararetiyle
yükselmeye başlıyor benim de sabrım tükenmeye… İçimden “kocası biriyle ... suçlamayı ben dinliyorum. Anlatıyorum anlamıyor; eşinin
telefonundan yanlış almış numarayı …sabah sabah alakam olmayan şeyin ortasında kaldım,… ” diye yüzlerce kelime içimden geçip, sabrım tükenmeye başlarken, artık
tam bağırmaya yeltenecekken daha oldukça minik olduğu anlaşılan bir bebeğin
ağlama sesi arkadan duyuluyor… Kadının
son cümle yine “artık kocama mesaj atma”. Suratıma telefonu kapatışı. Oturduğum
yere mıhlandım sanki. Halen o sırada olduğu gibi, kendimin karşısına geçip o
andaki “ben”i seyredebiliyorum. Bugün yaşasaydım “o an”ı … Düşünmek istemiyorum. O bebek sesi…Kadının
böylesi erken saatte, büyük ihtimalle zor bela kocasının telefonundan (yanlış)
aldığı numarayı, tahminimce o işe gider gitmez içi içine sığmayarak çevirmiş
olması… Kaderin cilvesi ki gerçekten karşıda bir kadın sesi: benim sesim. Erkek
sesi olsa ne fark ederdi ki? Erkekle de böyle bir şey olabilirdi pekâlâ! ….Sebepleri o esnada düşünmüyorum. Binlerce sebep
olabilir; çift ilişkisinin bozukluğu, ailevi veya adamdan belki de kadından
kaynaklı, belki de karşı taraftakinden…belki de hepsinden kaynaklı bir sorun. Bütün bunlar önemsiz. O bebek işte orada, masumca ağlıyor sadece;
onca çalkantının ortasında ateş ortamına attıkları aslında o oluyor. Kim ister
öyle bir ortamda bir bebek sesi olmayı? Kadının, adamın, diğer kişinin,
bebeğin…Ne adları-sanlarını bilirim, ne tanırım…Ne de bu hikâyede yerim var.
Akşam veya ertesi gün kadın sakinleyince durumu anlaması için geri arayıp, bu sıkıntısından
etkilendiğimi yalnız olmadığını hissettirmek isteyip, hem de kocasının foyasını
meydana çıkarmada yardım etme hissiyatı gütmüş bile olabilirim. Oldu da.
Yapabilirdim… yapmadım. Dua ettim. Ona ve onun gibi yüreği yangında olanlara. En
çok da masum yavrucuklara. Oracıkta, suratıma kapanan telefon ile kaldı o
kadın. Bir daha yanlışlıkla da olsa aramadı.[1]
Benim ne hissedebileceğimi bilemedi ama ben onun içinde yaşayabileceği azabı
derinden hissettim. Bebeğin ağlama sesini duyuşum ile kursağıma dolan şeyleri konuşamayışımı,
telefon Amerika’da yanımda olsaydı neredeyse kendimden bile şüphe edecek hale
geldiğimi, utanışımı“an gibi” yeniden hissediyorum. Sanki aldatan veya aldatmada payı
olan telefonla ulaşılmaya çalışılan diğer kişi gerçekten de benmişim gibi kendimi suçlu ve kirli
hissedişimi de...
Bu günlerde[2]
fiziki şiddet içeren olaylarla ilgili görüntüleri üst üste görüp, çocuklara
yönelik cinsi arzuları, yazar görüntüsüne bürünenlerden çıkan mide bulandırıcı
ifadelerle okuyunca içimde bir sarsıntı oluyor ilk önce. Yıllar önce o kadınla
olan konuşmadan sonra olduğu gibi; her şiddet türünde kendim yapmışım veya
benim başıma gelmiş gibi bir utanç ve kirlilik hissediyorum. Bütün uygunsuz işleri yapanların suçunu üzerimde sanki. Bunların insanın
kendi başına gelmesi ile şiddeti gerçekleştiren kişi olması arasında kirlilik
açısından fark varsa da his olarak yok mu? Birinde kendi içinden çıkan kir,
diğerinde ise öbüründen üzerine sıçrayan çamur misali bulaşan ama ilk etapta bu
kirin senden dolayı olduğunu zannetme hali.Ya diğer insanların sessizliği? Bu
kişilerin etrafında olup da gören, duyan, bilen kişilerin sessizlikten öteye
geçen durumlar. Uygunsuz halleri oluşturan, uygulayan, yayan kişilerin yanında
oluşları; bu kişileri daha üstte görmeleri, cesur bulmaları; onlara bir anlamda
tebaa hatta yalaklanacak durumda oluşları belki ufak bir yer edinme,
arkadaşlığı kaybetmeme, işten kovulmama, benim ailemden/etrafımdan/cemiyetimden diye göz yummaları
veya bu olayın belki bir yerinde kendisine de hayvani dürtülerini gidermek için
pay çıkar hevesleri… Etraftakiler daha mı az kirli? İnsan nasıl bu kadar küçül(tül)ebilir?
İnsanlık bu kadar nasıl küçül(tül)ebilir; aşağı çekilmek istenebilir? İnsan
nasıl insan olmaktan böylesi şekilde vazgeçebilir? Başka birine bunu nasıl
yapabilir? Akla dahi gelemeyecek şeyleri hayal edip, düşünüp, eyleme dökmeye
azmedip, uygulayabilir? Hiç yukarı kademelere, siyasete veya bilmem ne
holdinglerine bakmaya ne hacet? En ufak apartmana bakalım. Kapı görevlisinden,
apartman yöneticisine. Ailelere… İki kişilik bir ev hayatına. Hatta “orada da olmaz”
denilen mabedlerin içine; kutsal saydığımız yerlere. Nasıl bir hal ki, bu
sessizliği yırtmak, kişi kendi erdemini, içindeki o temiz alanı korumak için çareler arıyor olması; günümüzde (a)sosyal medya hesaplarını kullanmak zorunda kalıyor olması? Ama bir yandan da
etrafa daha da zarar verircesine, bütün o görüntüler yazılanlar afişe
edilmesiyle… İçinde nefsi arzularını bastıramamış olana, her an hazır bekleyene
yeni bir fikir ve cesaret adımı veren bir durum halini de aldıran başka bir
yöne kayması… biriktirdiği onca hastalığı kusma imkanı yaratan; bir yandan da
herkesin erişiminde olan bu şeyleri okuyan çocuk, körpe ruhları sarsan, halk ve
yetişkin düzeyinde de toplum sağlığını etkileyen ve bazen haklı konumda iken uçlara,
başka bir şiddet tipine götürüp öfke oluşturan yeni zararların doğması.
Ruh soykırımı üzerine, soykırımcı, soykırım yardımcıları ve farkındalıksız olanların ufak ufak giden ama mide bulandırıcı adımlarını takip ederken ardları sıra, el edemezken "insan bunu nasıl yapar?" ... cevabı anlamak ile anlamak istemeyiş arasında boşlukta salınmada basit duran ama dehşetli görüntü. Ruhu
üzerinde soykırıma kurban olan, zorbalık yaşayan kime, nereye, nasıl yansıtsın; göze hitap eden görüntüler mi var; anlatılanları anlayan mı? A-sosyal medyaya neyi koysun da
ispatlasın? Hangi yapılanı, örüntüsü girift olan bu şekiller içinde nasıl
anlatsın? Nasıl anlaşılsın?
Şiddetin
duygu/fiziki olsun insani açıdan farkı, zorbalığın büyüğü küçüğü;
çocuğu-yaşlısı yok aslında. Şiddetin temelleri bizden, değerleri yok edişimiz
ve de aslında her türlü kötü hali önlemeye mecal bulmak istemeyişimiz; kolaya
yol alma, hedonist isteklerimizden kaynaklı.
Ruh
Soykırımı üzerine yazılar içimizden kopan bir nevi çığlık gibiydi. Başka alanlar ile ilgili ahkam kesmek değil maârif
sınırları içinde konuya bir bakış katmak; önleyici çalışmalara, çocukluk döneminde düzeltme imkanı olduğuna güven duymaya
çalışıp ve yaşantıladıklarımızı bir potada kısa kısa mini dokunuşla aksettirerek
ufak bir katkı sağlama iştiyakıyla idi. Konu hakkında detaylı bilgiler için
akademik yazın ve inceleyeceğiniz açıdan uygun düşe kaynaklara ve de gerektiğinde uzmanlara danışmak gerektiğini hatırlatarak asla
dönecek olursak:
İyi
insan, iyi vatandaş olabilmeyi,
Selam
verip, güler yüz ve tatlı dil gösterebilmeyi,
Başkalarının
haklarına ve fikirlerine saygı gösterilmesini (burada ufak bir not: bu fikirler ve
haklar başkalarına/bize zarar vermiyor,
kırmızı çizgileri aşmıyor olmalı ki sağlıklı bir büyüme olsun; kırmızı çizgiler
de insan sayısınca değil insanlığın temel değerleri olanlar temellerdir diye ifade etmek gerekir.)
Yalan,
kandırma, sinsi hareketler, öfke veya insanların yüzüne gülüp iki yüzlü
davranışlar gösterme, kin gütme, dedikodu, riyakar olma … gibi hallerden kaçınılması
gerektiğini,
Bir işi
söylediğinde yapmasını, ağızdan çıkanın söz olduğunu,
Her daim
nezaketi korumak gerektiğini,
Yapılması
gereken hiçbir işin büyük ya da küçük olmadığı hepsinin değeri olduğunu,
Sorumluluk
almaktan kaçmamak gerektiğini, hatalarımızın da sorumluluğunu almamız
gerektiğini,
Yanlış
bir şey yaptığımızda içtenlikle pişman olup, özür dilememiz gerektiğini,
Yekdiğerini
anlamanın değerini, anlarken sorunlarıyla hemdert olmayı ama onun hataları-kirlerini kendi kirin kabul etmek yerine,
onun buhranını sırtlanmadan bazen de uzak durmak gerekebildiğini yani empati kurarken bile bir sınırın varlığını.
Kimseyi
aldatmadan ve kendimizi her daim uyanık tutup aldanmadan da ilerlemeye çalışmanın
önemini,
Doğru
olduğuna inandığı yoldan dönmeyip, her şartta dik durabilmeyi,
…
Yetişkinler
olarak kendimize ve birbirimize sürekli hatırlatalım, çocuklarımıza öyle aktarım yapalım diye, basit ama hem
de zor binlerce ama İnsanca gönlünüze
gelen çok şeyler ihtiyaç halinde sıralanabilir. Sağlıklı bir toplum için bunları
halimize yansıtıp yaşayabilmek gerekliliğini, miniklere örnek olduğumuzu unutmadan, çocuk yaşlarda dahi sürekli
artan bir ivme gösteren zorbalık türlerine merhem olabiliriz. Ruh soykırımlarına
son veremiyorsak da, bizim adımlarımızla kirlerden arınmaya umut olur belki.
Carpe Diem ifadesinden herkes farklı bir anlayışa çekebilir.Benim dilimce; böylece anı
yakalayalım; günü yaşayalım ve bu anı “an”da yaşarken geçmişten ders alıp, yola
yarının sorumluluğunu hissederek revan olalım; bugünü, Bu Gün’ü yıpratmayalım.
Büyüklerden gelen sesle:
Büyüklerden gelen sesle:
“Dün dünde kaldı cancağızım; bugün yeni
şeyler söylemek lazım!”
[1]
Konumuz yönünden sapmasın diye, bu örneğe sadece hissettirdiği temel üzerinden konumuz kapsamında yer verildiği için dip not geçerek bir noktaya
çocuklar ve çocuklu aileler ve toplumun aile yapısının önemi açısından
değinmekte yarar var. Birçok zorbalık vakasında da da maalesef aldatma olaylarının veya iyi gitmeyen çift ilişkilerinin yeri olduğu; hatta birçok zaman kadın-erkek ilişkisi veya aldatma olayı içinde yeri olmayan, alakası olmayan kişiye zorbalık yapılmasına kadar işin gidebildiği bir gerçek. Farklı açıdan bakıldığında da çocuk eğitimine çok önemli bir mesaj görülüyor. Zira
şimdi düşünüyorum da o esnada hadiselerin dilinden döküleni duymaya çalışıp, kendime bu olaydan bir ders çıkarıp, o
kadının derdi ile dertlendimse de karşı taraf üzerinden bakıldığında, irdelenmesi öğretici
unsurlar barındırıyor. Telefon eden kadın yanlış numarayı aradığını elbette ki daha
sonraki bir zamanda, bir gün fark etti ve beni boşuna rahatsız ettiği için “özür” adına bile
beni tekrar aramadı; halbuki ister istemez ruhsal durumumu da bozmuş ve de
aslında açıktan hakaret etmese bile yapmadığım bir şey için suçlamış ve dolaylı
şekilde hakaret etmiş olmuştu. En basitinden zamanımı aldı. Kadınsı bir
hissiyatla ve o anda karşımdakinden bana sirayet eden yoğun duygular ve üzüntüyle ve eğitimle ilgilenen biri olarak bir de çocuk sesini duymamdan
olacak ve o zamanki yaşantılarıma kadar olan görüşüm çerçevesinde kadının manevi
açıdan tamamen yanında yer alarak bu telefonu tuhafsamadım. Bugün de tuhafsamıyorum
ama artık böylesi bir yaklaşımı çok da onaylamıyor ve hiç ama hiç sağlıklı bulmuyorum.Aldatma
gibi onur kırıcı bir davranışı, duygusal veya fiziki olsun kesinlikle kabul edilemez. Sınırları ok geniş olan bir kavram aldatma; o kişiyi görünce duyulan sürekli bir heyecandan, karşısındaki ile bu anlamda bakışıp-konuşmaktan, tam bir
tensel temasa, evliliği bitirmeye kadar birçok boyutta yaşanabilir. Bu davranışlar silsilesinin hiçbirini hoş
görmek ve küçümsemek mümkün değil. Fakat
düzeltilmesi için adım atmak adına… Evli-bekar, aldatılan, aldatan,... erkek-kadın şu ana kadar yakın uzak gözlemlerimden gördüğüm ve geldiğim nokta şu ki: Kadın/erkek fark etmez; eğer eşinizin niyetlerinden emin değilseniz; mesaj,
gülüşme, buluşma, size uygunsuz gelen herhangi bir şey ve normal olmayan bir
durumunu hissedip ve belki de gerçekten yakaladığınızda; öyle bir şey var olsun olmasın
sadece sizin kuruntunuz dahi olsa ilişkiniz, evliliğiniz ile ilgili bir sorunu
işaret ettiğini kendimize itiraf etmek gerek. Çünkü var olmayan bir şeyden şüphe ediyorsanız o da evlilik ile ilgili bir sinyaldir; yoksa da zaten aldatma kapsamında ciddi bir alarmdır. Bunu da ilk önce konuşacağı kişi evli olduğumuz
kişi! Gerekirse yardım alınması, kendi aranızda çözümlenmeye çalışılması daha sonra çok da gerekiyorsa mesajın geldiği yeri yani diğer kişiyi rahatsız etmeniz gerektiği artık görülüyor. Zira ya yanlış kişiyi
arayabilirsiniz (benim başıma geldiği gibi ve o kişinin yıllarca unutmayacağı
bir hatıraya imza atarsınız), ya da hiçbir şeyin farkında bile olmayan hatta
belki evli olduğunu bile bilmediği bir kişiye “ben onun karısı/kocasıyım”
diyerek konuşma şokunu yaşatırsınız; belki de öyle biri çıkar ki karşınıza fütursuzluğu
sebebiyle siz daha çok yara alırsınız. Zaten temel sorun çözülmeden A veya B kişisi değişse de, durumda bir düzelme olmuyor. Yani evliliğinizde böyle bir çatırdama varsa, bu kişiyle iletişimi kesse bile sizin görmeyeceğiniz anlamayacağınız başka birine yönelmiş oluyor. Öncelikle çocuklarımızı ve ailenizi
düşünüyorsanız; böylesi bir hal içindeki kişi iseniz kendinizi, ailenizi,
evliliğinizi, eşinizi, sorunlarınızı düşünerek, konuşarak,profesyonel yardım
alarak dönüşüm için başta da kendi üzerinize düşen pay ve kendi dönüşümünüz
için geç olmadan adım atılmalı ki başkalarının da canı yanmadan en çok da
bebekler ağlamadan ve anne-babasından ayrı kalmadan yuvanız saadet havasına
girmeli. Toplum olarak son dönemlerde yaşadığımız aldatma-ayrılma sahnelerinden
biri de siz olmayasınız. Çünkü bu konu en çok gündemde olan hususlardan olsa da, aslında temel bir noktayı bize gösteriyor. Hangi konu olursa olsun insanlar olarak yaşadıklarımızda asıl
sıkıntımız, meseleyi çözmek için başkasının üzerine gitmek ve sorunu sürekli
karşıda aramak ve kendi yaptıklarımızı veya burada kendi hatalarımızı, kocanı/aileni
temize çıkarma eylemidir. Bu ise çocuklarınızda “aslında sen ne yaparsan yap
suç karşıda veya senin ailende senin sevdiğin kişilerde değil çünkü SEN onları sevdin ve temizler; o zaman kirli olanlar diğerleri” imajını
yerleştirir; bencil bir "Ben"lik (ego) oluşumuna sebebiyet verebilir. Yanında konuşulmuyor diye çocuklarımızın durumları algılayamadıkları yanılgısına kapılmayalım çünkü hissediyorlar ve sürekli hızda öğrenme sürecindeler ve daha bebek iken ağlarken dahi bunu hissedebilirler. İleride kendisi
de sürekli dışarıda suçlu arama hatta olayla alakası bile olmayan yanlış kişileri
bile suçlu ilan etme çabasına girebilirler.
[2] Yazının yayın tarihi ile yazım tarihi farklıdır.