1 Temmuz 2019 Pazartesi

Carpe Diem!


Carpe Diem!


Sabahın erken saatleri zannediyorum ki sabah 08.30 idi; Ramazan ayı, üniversite zamanlarım, ilk yurtdışı deneyimim Amerika’dan, Türkiye’ye geri dönmemin üzerinden zannediyorum iki gün geçmişti. Dolu dolu, hareketli, uzunca bir yaz ayı, uzun bir yolculuk, saat farkı derken Ramazan ayı ile birlikte bünyem daha olağan haline dönememiş; yeni uyanmış halde salonda oturakalmışım. O dönemde okyanus aşırı olan yerlerde bizim kullandığımız çoğu cep telefonları kullanılamıyor idi; o yüzden cep telefonum Türkiye’de kapalı vaziyette bırakmıştım. Dört aydan fazla süre sonra ilk o gün cep telefonumu elime aldım; açtım. Kimseye geldiğimi daha haber etmemişim fakat beni oradayken e-postalarıyla yalnız bırakmayan bir lise arkadaşımdan mesaj geliverdi ekrana ve sadece şu yazıyordu:“Carpe Diem!” … Şaka gibi sanki geldiğimi fark etmiş, telefonumu açtığımı görmüş gibi. Bir zaman geçmiyor ki bu sefer telefon çalıyor; tanımadığım bir numara. Açıyorum. Bir kadın sesi. İlk ne söylediğini hatırlamıyorum. Mealen kocasına benim telefonumdan mesajlar geldiğini, mesaj atılmamasını istediğini söylüyor. Mesaj atılmamasını istendiğine göre -mesaj içeriklerini bilmesem de, asıl mesaj atan kişiyi de bilemesem de- anlaşılan kadın ve kocasının ilişkisi bağlamında derin bir sıkıntı var. En azından kocasının niyeti açısından durum sadakatsizlik alanına girecek şekilde. Ya duygusal,ya  nesneleştirme, ya cinsi, kısaca aldatmanın bir çeşidi olabilecek veya herhangi bir çeşit aldatmayı ele verecek içerikli mesajlar olmalı ki sabah sabah tanımadığı birine telefon edip “mesaj atma” desin. Kadına durumu izah etmeye bu telefonun aylardır kullanılmadığını, zaten böyle bir şey olmasının mümkün olamayacağını, hem de ne kendisini ve ne eşini tanımadığımı sakin sakin izah ediyorum ama inandıramıyorum. Ruhu o kadar yorgun olmalı ki beni dinlemiyor büyük ihtimalle. Yanlış numara çevirmiştir, diye düşünerek hangi numarayı aradığını soruyorum; gerçekten de benim telefon numaramı söylüyor. O zaman ben de afallayarak kalakalıyorum. Nasıl olabilir? Kadın kibar, hakaret etmiyor hatta oldukça nazik sadece ses tonu içinin hararetiyle yükselmeye başlıyor benim de sabrım tükenmeye… İçimden “kocası biriyle ... suçlamayı ben dinliyorum. Anlatıyorum anlamıyor; eşinin telefonundan yanlış almış numarayı …sabah sabah alakam olmayan şeyin ortasında kaldım,…  ” diye yüzlerce kelime içimden geçip, sabrım tükenmeye başlarken, artık tam bağırmaya yeltenecekken daha oldukça minik olduğu anlaşılan bir bebeğin ağlama sesi arkadan duyuluyor…  Kadının son cümle yine “artık kocama mesaj atma”. Suratıma telefonu kapatışı. Oturduğum yere mıhlandım sanki. Halen o sırada olduğu gibi, kendimin karşısına geçip o andaki “ben”i seyredebiliyorum. Bugün yaşasaydım “o an”ı … Düşünmek istemiyorum. O bebek sesi…Kadının böylesi erken saatte, büyük ihtimalle zor bela kocasının telefonundan (yanlış) aldığı numarayı, tahminimce o işe gider gitmez içi içine sığmayarak çevirmiş olması… Kaderin cilvesi ki gerçekten karşıda bir kadın sesi: benim sesim. Erkek sesi olsa ne fark ederdi ki? Erkekle de böyle bir şey olabilirdi pekâlâ!  ….Sebepleri o esnada düşünmüyorum. Binlerce sebep olabilir; çift ilişkisinin bozukluğu, ailevi veya adamdan belki de kadından kaynaklı, belki de karşı taraftakinden…belki de hepsinden kaynaklı bir sorun. Bütün bunlar önemsiz. O bebek işte orada, masumca ağlıyor sadece; onca çalkantının ortasında ateş ortamına attıkları aslında o oluyor. Kim ister öyle bir ortamda bir bebek sesi olmayı? Kadının, adamın, diğer kişinin, bebeğin…Ne adları-sanlarını bilirim, ne tanırım…Ne de bu hikâyede yerim var. Akşam veya ertesi gün kadın sakinleyince durumu anlaması için geri arayıp, bu sıkıntısından etkilendiğimi yalnız olmadığını hissettirmek isteyip, hem de kocasının foyasını meydana çıkarmada yardım etme hissiyatı gütmüş bile olabilirim. Oldu da. Yapabilirdim… yapmadım. Dua ettim. Ona ve onun gibi yüreği yangında olanlara. En çok da masum yavrucuklara. Oracıkta, suratıma kapanan telefon ile kaldı o kadın. Bir daha yanlışlıkla  da olsa aramadı.[1] Benim ne hissedebileceğimi bilemedi ama ben onun içinde yaşayabileceği azabı derinden hissettim. Bebeğin ağlama sesini duyuşum ile kursağıma dolan şeyleri konuşamayışımı, telefon Amerika’da yanımda olsaydı neredeyse kendimden bile şüphe edecek hale geldiğimi, utanışımı“an gibi” yeniden hissediyorum. Sanki aldatan veya aldatmada payı olan telefonla ulaşılmaya çalışılan diğer kişi gerçekten de benmişim gibi kendimi suçlu ve kirli hissedişimi de...


Bu günlerde[2] fiziki şiddet içeren olaylarla ilgili görüntüleri üst üste görüp, çocuklara yönelik cinsi arzuları, yazar görüntüsüne bürünenlerden çıkan mide bulandırıcı ifadelerle okuyunca içimde bir sarsıntı oluyor ilk önce. Yıllar önce o kadınla olan konuşmadan sonra olduğu gibi; her şiddet türünde kendim yapmışım veya benim başıma gelmiş gibi bir utanç ve kirlilik hissediyorum. Bütün uygunsuz işleri yapanların suçunu üzerimde sanki. Bunların insanın kendi başına gelmesi ile şiddeti gerçekleştiren kişi olması arasında kirlilik açısından fark varsa da his olarak yok mu? Birinde kendi içinden çıkan kir, diğerinde ise öbüründen üzerine sıçrayan çamur misali bulaşan ama ilk etapta bu kirin senden dolayı olduğunu zannetme hali.Ya diğer insanların sessizliği? Bu kişilerin etrafında olup da gören, duyan, bilen kişilerin sessizlikten öteye geçen durumlar. Uygunsuz halleri oluşturan, uygulayan, yayan kişilerin yanında oluşları; bu kişileri daha üstte görmeleri, cesur bulmaları; onlara bir anlamda tebaa hatta yalaklanacak durumda oluşları belki ufak bir yer edinme, arkadaşlığı kaybetmeme, işten kovulmama, benim ailemden/etrafımdan/cemiyetimden diye göz yummaları veya bu olayın belki bir yerinde kendisine de hayvani dürtülerini gidermek için pay çıkar hevesleri… Etraftakiler daha mı az kirli? İnsan nasıl bu kadar küçül(tül)ebilir? İnsanlık bu kadar nasıl küçül(tül)ebilir; aşağı çekilmek istenebilir? İnsan nasıl insan olmaktan böylesi şekilde vazgeçebilir? Başka birine bunu nasıl yapabilir? Akla dahi gelemeyecek şeyleri hayal edip, düşünüp, eyleme dökmeye azmedip, uygulayabilir? Hiç yukarı kademelere, siyasete veya bilmem ne holdinglerine bakmaya ne hacet? En ufak apartmana bakalım. Kapı görevlisinden, apartman yöneticisine. Ailelere… İki kişilik bir ev hayatına. Hatta “orada da olmaz” denilen mabedlerin içine; kutsal saydığımız yerlere. Nasıl bir hal ki, bu sessizliği yırtmak, kişi kendi erdemini, içindeki o temiz alanı korumak için çareler arıyor olması; günümüzde (a)sosyal medya hesaplarını kullanmak zorunda kalıyor olması? Ama bir yandan da etrafa daha da zarar verircesine, bütün o görüntüler yazılanlar afişe edilmesiyle… İçinde nefsi arzularını bastıramamış olana, her an hazır bekleyene yeni bir fikir ve cesaret adımı veren bir durum halini de aldıran başka bir yöne kayması… biriktirdiği onca hastalığı kusma imkanı yaratan; bir yandan da herkesin erişiminde olan bu şeyleri okuyan çocuk, körpe ruhları sarsan, halk ve yetişkin düzeyinde de toplum sağlığını etkileyen ve bazen haklı konumda iken uçlara, başka bir şiddet tipine götürüp öfke oluşturan yeni zararların doğması.

Ruh soykırımı üzerine, soykırımcı, soykırım yardımcıları ve farkındalıksız olanların ufak ufak giden ama mide bulandırıcı adımlarını takip ederken ardları sıra, el edemezken "insan bunu nasıl yapar?" ... cevabı anlamak ile anlamak istemeyiş arasında boşlukta salınmada basit duran ama dehşetli görüntü. Ruhu üzerinde soykırıma kurban olan, zorbalık yaşayan kime, nereye, nasıl yansıtsın; göze hitap eden görüntüler mi var; anlatılanları anlayan mı? A-sosyal medyaya neyi koysun da ispatlasın? Hangi yapılanı, örüntüsü girift olan bu şekiller içinde nasıl anlatsın? Nasıl anlaşılsın?

Şiddetin duygu/fiziki olsun insani açıdan farkı, zorbalığın büyüğü küçüğü; çocuğu-yaşlısı yok aslında. Şiddetin temelleri bizden, değerleri yok edişimiz ve de aslında her türlü kötü hali önlemeye mecal bulmak istemeyişimiz; kolaya yol alma, hedonist isteklerimizden kaynaklı.

Ruh Soykırımı üzerine yazılar içimizden kopan bir nevi çığlık gibiydi. Başka alanlar ile ilgili ahkam kesmek değil maârif sınırları içinde konuya bir bakış katmak; önleyici çalışmalara, çocukluk döneminde düzeltme imkanı olduğuna güven duymaya çalışıp ve yaşantıladıklarımızı bir potada kısa kısa mini dokunuşla aksettirerek ufak bir katkı sağlama iştiyakıyla idi. Konu hakkında detaylı bilgiler için akademik yazın ve inceleyeceğiniz açıdan uygun düşe kaynaklara ve de gerektiğinde uzmanlara danışmak gerektiğini hatırlatarak asla dönecek olursak:

İyi insan, iyi vatandaş olabilmeyi,

Selam verip, güler yüz ve tatlı dil gösterebilmeyi,

Başkalarının haklarına ve fikirlerine saygı gösterilmesini (burada ufak bir not: bu fikirler ve haklar başkalarına/bize  zarar vermiyor, kırmızı çizgileri aşmıyor olmalı ki sağlıklı bir büyüme olsun; kırmızı çizgiler de insan sayısınca değil insanlığın temel değerleri olanlar temellerdir diye ifade etmek gerekir.)

Yalan, kandırma, sinsi hareketler, öfke veya insanların yüzüne gülüp iki yüzlü davranışlar gösterme, kin gütme, dedikodu, riyakar olma … gibi hallerden kaçınılması gerektiğini,

Bir işi söylediğinde yapmasını, ağızdan çıkanın söz olduğunu,

Her daim nezaketi korumak gerektiğini,

Yapılması gereken hiçbir işin büyük ya da küçük olmadığı hepsinin değeri olduğunu,

Sorumluluk almaktan kaçmamak gerektiğini, hatalarımızın da sorumluluğunu almamız gerektiğini,
Yanlış bir şey yaptığımızda içtenlikle pişman olup, özür dilememiz gerektiğini,

Yekdiğerini anlamanın değerini, anlarken sorunlarıyla hemdert olmayı ama onun hataları-kirlerini kendi kirin kabul etmek yerine, onun buhranını sırtlanmadan bazen de uzak durmak gerekebildiğini yani empati kurarken bile bir sınırın varlığını.

Kimseyi aldatmadan ve kendimizi her daim uyanık tutup aldanmadan da ilerlemeye çalışmanın önemini,


Doğru olduğuna inandığı yoldan dönmeyip, her şartta dik durabilmeyi,

Yetişkinler olarak kendimize ve birbirimize sürekli hatırlatalım, çocuklarımıza öyle aktarım yapalım diye, basit ama hem de zor  binlerce ama İnsanca gönlünüze gelen çok şeyler ihtiyaç halinde sıralanabilir. Sağlıklı bir toplum için bunları halimize yansıtıp yaşayabilmek gerekliliğini, miniklere örnek olduğumuzu unutmadan, çocuk yaşlarda dahi sürekli artan bir ivme gösteren zorbalık türlerine merhem olabiliriz. Ruh soykırımlarına son veremiyorsak da, bizim adımlarımızla kirlerden arınmaya umut olur belki. Carpe Diem ifadesinden herkes farklı bir anlayışa çekebilir.Benim dilimce; böylece anı yakalayalım; günü yaşayalım ve bu anı “an”da yaşarken geçmişten ders alıp, yola yarının sorumluluğunu hissederek revan olalım; bugünü, Bu Gün’ü yıpratmayalım. 
Büyüklerden gelen sesle:
 “Dün dünde kaldı cancağızım; bugün yeni şeyler söylemek lazım!”



[1] Konumuz yönünden sapmasın diye, bu örneğe sadece hissettirdiği temel üzerinden konumuz kapsamında yer verildiği için dip not geçerek bir noktaya çocuklar ve çocuklu aileler ve toplumun aile yapısının önemi açısından değinmekte yarar var. Birçok zorbalık vakasında da da maalesef aldatma olaylarının veya iyi gitmeyen çift ilişkilerinin yeri olduğu; hatta birçok zaman kadın-erkek ilişkisi veya aldatma olayı içinde yeri olmayan, alakası olmayan kişiye zorbalık yapılmasına kadar işin gidebildiği bir gerçek. Farklı açıdan bakıldığında da çocuk eğitimine çok önemli bir mesaj görülüyor. Zira şimdi düşünüyorum da o esnada hadiselerin dilinden döküleni duymaya çalışıp, kendime bu olaydan bir ders çıkarıp, o kadının derdi ile dertlendimse de karşı taraf üzerinden bakıldığında, irdelenmesi öğretici unsurlar barındırıyor. Telefon eden kadın yanlış numarayı aradığını elbette ki daha sonraki bir zamanda, bir gün fark etti ve beni boşuna rahatsız ettiği için “özür” adına bile beni tekrar aramadı; halbuki ister istemez ruhsal durumumu da bozmuş ve de aslında açıktan hakaret etmese bile yapmadığım bir şey için suçlamış ve dolaylı şekilde hakaret etmiş olmuştu. En basitinden zamanımı aldı. Kadınsı bir hissiyatla ve o anda karşımdakinden bana sirayet eden yoğun duygular ve üzüntüyle ve eğitimle ilgilenen biri olarak bir de çocuk sesini duymamdan olacak ve o zamanki yaşantılarıma kadar olan görüşüm çerçevesinde kadının manevi açıdan tamamen yanında yer alarak bu telefonu tuhafsamadım. Bugün de tuhafsamıyorum ama artık böylesi bir yaklaşımı çok da onaylamıyor ve hiç ama hiç sağlıklı bulmuyorum.Aldatma gibi onur kırıcı bir davranışı, duygusal veya fiziki olsun kesinlikle kabul edilemez. Sınırları ok geniş olan bir kavram aldatma; o kişiyi görünce duyulan sürekli bir heyecandan, karşısındaki ile bu anlamda bakışıp-konuşmaktan, tam bir tensel temasa, evliliği bitirmeye kadar birçok boyutta yaşanabilir. Bu davranışlar silsilesinin hiçbirini hoş görmek ve küçümsemek mümkün değil.  Fakat düzeltilmesi için adım atmak adına… Evli-bekar, aldatılan, aldatan,... erkek-kadın şu ana kadar yakın uzak gözlemlerimden gördüğüm ve geldiğim nokta şu ki: Kadın/erkek fark etmez; eğer eşinizin niyetlerinden emin değilseniz; mesaj, gülüşme, buluşma, size uygunsuz gelen herhangi bir şey ve normal olmayan bir durumunu hissedip ve belki de gerçekten yakaladığınızda; öyle bir şey var olsun olmasın sadece sizin kuruntunuz dahi olsa ilişkiniz, evliliğiniz ile ilgili bir sorunu işaret ettiğini kendimize itiraf etmek gerek. Çünkü var olmayan bir şeyden şüphe ediyorsanız o da evlilik ile ilgili bir sinyaldir; yoksa da zaten aldatma kapsamında ciddi bir alarmdır. Bunu da ilk önce konuşacağı kişi evli olduğumuz kişi! Gerekirse yardım alınması, kendi aranızda çözümlenmeye çalışılması daha sonra çok da gerekiyorsa mesajın geldiği yeri yani diğer kişiyi rahatsız etmeniz gerektiği artık görülüyor. Zira ya yanlış kişiyi arayabilirsiniz (benim başıma geldiği gibi ve o kişinin yıllarca unutmayacağı bir hatıraya imza atarsınız),  ya da hiçbir şeyin farkında bile olmayan hatta belki evli olduğunu bile bilmediği bir kişiye “ben onun karısı/kocasıyım” diyerek konuşma şokunu yaşatırsınız; belki de öyle biri çıkar ki karşınıza fütursuzluğu sebebiyle siz daha çok yara alırsınız. Zaten temel sorun çözülmeden A veya B kişisi değişse de, durumda bir düzelme olmuyor. Yani evliliğinizde böyle bir çatırdama varsa, bu kişiyle iletişimi kesse bile sizin görmeyeceğiniz anlamayacağınız başka birine yönelmiş oluyor. Öncelikle çocuklarımızı ve ailenizi düşünüyorsanız; böylesi bir hal içindeki kişi iseniz kendinizi, ailenizi, evliliğinizi, eşinizi, sorunlarınızı düşünerek, konuşarak,profesyonel yardım alarak dönüşüm için başta da kendi üzerinize düşen pay ve kendi dönüşümünüz için geç olmadan adım atılmalı ki başkalarının da canı yanmadan en çok da bebekler ağlamadan ve anne-babasından ayrı kalmadan yuvanız saadet havasına girmeli. Toplum olarak son dönemlerde yaşadığımız aldatma-ayrılma sahnelerinden biri de siz olmayasınız. Çünkü bu konu en çok gündemde olan hususlardan olsa da, aslında temel bir noktayı bize gösteriyor. Hangi konu olursa olsun insanlar olarak yaşadıklarımızda asıl sıkıntımız, meseleyi çözmek için başkasının üzerine gitmek ve sorunu sürekli karşıda aramak ve kendi yaptıklarımızı veya burada kendi hatalarımızı, kocanı/aileni temize çıkarma eylemidir. Bu ise çocuklarınızda “aslında sen ne yaparsan yap suç karşıda veya senin ailende senin sevdiğin kişilerde değil çünkü SEN onları sevdin ve temizler; o zaman kirli olanlar diğerleri” imajını yerleştirir; bencil bir "Ben"lik (ego) oluşumuna sebebiyet verebilir. Yanında konuşulmuyor diye çocuklarımızın durumları algılayamadıkları yanılgısına kapılmayalım çünkü hissediyorlar ve sürekli hızda öğrenme sürecindeler ve daha bebek iken ağlarken dahi bunu hissedebilirler. İleride kendisi de sürekli dışarıda suçlu arama hatta  olayla alakası bile olmayan yanlış kişileri bile suçlu ilan etme çabasına girebilirler. 
[2] Yazının yayın tarihi ile yazım tarihi farklıdır.