10 Haziran 2019 Pazartesi

Sessizliği Yırt!

Avrupa Parlementosunun 5'te1 kampanyası ilk zaman spotlarından biri...
Sessizliği Boz! (Bence konu bağlamında "Sessizliği Yırt!" demek daha uygun)
Bir hanım arkadaşıma, evli-çocuklu bir beyden (ki güvenebileceği, tahmin edemeyeceği bir ortamdan ve tanıdığı bir kişiden) duygusal anlamda da olsa kadın-erkek ilişkisi mahiyetinde ilgi beklentisini ifade ile iletişimi geliştirmek için aramalar,mesajlar geldiği bir dönemde bütün bu duruma karşın sessiz kalmasının sebebini sorduğumda "Zaten bu tür aramalar, söylem üzerine onu terslemiş olduğunu, o kişinin de bu ters tepki ile uzak durduğunu" ifade etti. Böyle bir şeyin taciz olduğunu dememe karşın başkalarına ve en azından tanıştığı yerdeki gerekli kişiye durumu aksettirmeme sebebini merak ettiğimde ise "ben o kişiyi değiştiremem. ... bir daha arayıp mesaj atamadı zaten. Öğrendi bence. Hem kendimi niye öyle bir konuma sokayım." dedi. Maalesef arkamızda bir kişi bile durmaz, bize kimse inanmaz; diğerinin evli-çocuklu-erkek olmak gibi güvenceleri varken "bekar" ve "kadın" olan taraf olan olduğum için zorda kalırım endişesini, toplumun yanlış baskısını ve cesaretsizliği halen yaşıyor olduğumuz gerçeği tüm ülkelerde gün gibi aşikar. Ki karşı tarafın da böylesi düşünce zemininden geldiği için daha savunmasız gördüğü bu tarz kişileri seçmesi de yüksek olasılıklı. Böyle iken her yeni koşulda kendini geliştiren mikroplar gibi aslında karşımızdakini el birliği ile böylelikle geliştiriyor olabiliyoruz. Tek bu hadise örneğinde bile şu tahminler ilerisi için gerçek olabilir:Taciz eden taraf, gördüğü ters tepkiye karşı başka bir hamlede bulunamasa da, başka bir kadından/karısından öfkesini çıkarmak isteyebilir; artık başka birine daha fazla baskı kurarak veya yeni bir yönden daha sinsi yaklaşarak bu ilgi beklentisini karşılamak için hareket etmesi halinde başarılı olacağına dair bir ipucu edinmiş olabilir. Belli zaman sonra öfkesini yine bu arkadaşıma kusmak için vakit kollayabilir. Yan yana geldiklerinde veya yıllar sonra yine başka şekillerde sokulmaya çalışabilir. Belki de kadınlardan da daha güçsüz göreceği için çocuklara yönelmesi gerektiğini düşünmeye başlayabilir. Bunu bilemeyiz ama vakaların çoğunun bir arka planı, düşünceden eyleme geçen bir zemini ve çoğunlukla açığa çıkan olaydan önce de farklı boyutlarda adım adım uygulamaya geçene kadar hazırlık safhası denebilecek böylesi dönemlerin olduğu, yaşanan olaylar irdelendiğinde tüm yapıya bakıldığında görülen bir gerçek. Gerekli yer, mercii ile durum paylaşılmayınca, "sadece kendinde kaldı, beni başkasına demedi nasılsa, diğer insanlar bilmiyor" rahatlığıyla, bir başkasının da güven alanına sızabilme, farklı birine daha fazla sıkıntı yaşatabilecek olma ihtimali, eğer anlık ruh hali değilse -ki genelde değildir kendisini ve ilişkisini düzeltmediği sürece- çok fazla görülebilir. Aslında bunlar, çocuk-genç-yaşlı her türlü mağduriyetlerde gelişen aşamaların klasik basit bir tasviri. Yetişkin yaştaki, iyi eğitimli bir birey bile en ufak görünen bir sözel/yazılı taciz diye nitelenecek, diğerlerine nazaran anlatılması ve ispatı daha kolay olan istenmedik, kendini rahatsız eden bir durumda bile sessiz kalmak durumunda kalıyorsa ve aslında toplum içinde böyle bir kodlanmışlığı varsa, konuyu açtığında farklı şekilde yaftalanacağını içten içe düşünüyorsa, bir de taciz ve istismarda daha da ileri giden vakaları ve minik çocukları düşünün lütfen!.. Bizler elbette kimseyi düzeltemeyiz; olan durumu veya olmuş olanı hatta olacak olanı değiştiremeyiz ama adımlar ufak iken kişinin böyle eylemleri gerçekleştirmemesi adına daha da büyümemesi ve başkalarının başına gelmemesi için üzerimize düşen çabayı gösterebiliriz. Bu yüzden de sessizliği bozabiliriz. Sessizliği yırtmak toplum algısını mağdurdan yana donüştürmek ve çocuklara böyle bir toplum bilgisi aşılamak adına ve ileride pişman olmamamız için önemli. Ki çocuklara da örnek olalım. Çocuklarda (18 yaşa kadar olan süreçte) en önemli şey kendilerini korumalarını öğretmek; kendini korusa bile yine de böyle bazı istenmedik hadiselerin yaşanabilir olduğu gerçeğini de söyleyerek, böyle durumlarda masum olduklarını ve masumların sessiz kalmamalarını mutlaka durumu güvendikleri biriyle paylaşmalarını aktarmak gerekiyor.
Çocukluk çağında yaşanan cinsi istismar ve tacizde, uygulayıcıların çoğunluğu genelde en yakın çevresi oluyor. Özellikle son senelerde kanımca yükselen ivme ile maalesef kadınlarda dikkat çekici bir durum baş göstermekte.Türkiye'de daha bir çalışma yoksa da gözlemlenen bir konu da.... Boşanma oranlarının artışı ve 20'li yaşlarda evlenip, 30'larının sonu-40'larının başına doğru boşanıp, 40'lı yaşları ortalarında çocuğu/çocukları ile tek kalan özellikle hanımların yaşadıkları psikolojik durum. Belki de evlilik ve sonrasındaki zorlu süreç sebebiyle "ikinci ergenlik" diye tasvir edilebilecek bir ruhi hal oluştuğu hissedilmekte. Kişiler özgüvenlerini, rahatlarını, mutluluklarını yeniden yakalama belki de zorlu süreçten, depresyon vb rahatsızlıklardan çıkma çabasıyla; evliliğin içinde ve boşanma ile yitirdikleri gençlik heyecanlarını yaşamak, sevme-sevilme temel ihtiyacının verdiği bir yönelimle, pek düşünmeden biriyle ama genellikle kendilerinden, önceki eşlerinden daha genç, daha yakışıklı, hatta daha maddi durumu iyi bir beyle münasebet kurma, ilgi görme arzusuna girebilmekteler. Görünen o ki, dışardan çok net fark edilmese de içten içe en çok etkilenen yine çocuklar olmakta. Annesinin ilişki kurduğu kişi veya üvey babası ile bazen en fazla 10-20 yaş kadar yaş farkı olan çocukların risk altında olma olasılığının yüksek olduğu şahsen benim açımdan tedirginlikle seyredilen bir durum. Avrupa Parlementosu bu spotta ancak birkaç cümle ile izah edebildiğimiz konunun tek bir tarafı olabilen örnek üzerinden, boşanma sonrasındaki örneklere ve duruma dikkat çekmekte. Tabii sadece risk altında olan kız çocukları değil; sadece boşanan kişilerin çocuklarında gerçekleşen bir olay değil. Bu sıklık açısından vakalardan düşen olayların ancak bir yönünden sadece ufak da olsa bir kesit. Tüm ailelerde, tüm şekillerde taciz ve istismar olayları açısından asıl mesele sadece çocukların değil olay açığa çıkmasın, ailesine, kendisine laf gelmesin diye düşünebilen yetişkinlerin (bu şekilde fikre sahip öz anne-babanın ) sessizliği yırtmasında; çocuklarımız bir şey dediğinde onlara kulak verip, dediklerini- diyemediklerini duyup güvenerek inanmakta!


Kiko ve El

Füsun Sokullu Akıncı Hoca'm (bu vesile ile kendisine şükranlarımla...) Mağdur Hakları dersi... Ödev hazırlığı... Çocuklara yönelik en çok görülen mağduriyet... Eğitimci olarak önleyici çalışmalar... Derken konu... "Kiko and Hand" ile tanışmaya geldi...  Sonra yapılan çalışmaların azlığı, bilgisizliğimizle konunun sorumluluğunu ve ağırlığını üzerimde öyle hissettim ki bir makale, iki sunum çıktı.
Dün herhalde O'ndan bir Kandil hediyesi olarak; yıllar önce bir STK içinde lütfedilen acemice gerçekleştirdiğim"Çocuklara yönelik cinsi istimarı önleyici eğitim çalışmaları" başlıklı konferansı dinleyen genç akademisyen birinin "halen aklımda" diye konu açıp, yeğenlerimi düşünüp ben de dikkat etmeye başladım diye konuşmaya girivermesi... Öğretmen olarak çocuklarla ilgilenirken "ben çok kötü bir öğretmenim, öğrencilere yararım olmuyor." hissiyatını üzerinizden atmanız zor olup, arada sırada sizi bu hisler yoklasa da, yine de birkaç çocuk gülümsemesi ile psikolojinizi anlık zamanlarda toparlayabiliyorsunuz. Akademide ise yola çıkıp, güç bela ilerlemeye çalışırken "bu yaptığım ne işe yarayacak? Sadece, kendi egom için, benliğim için mi çalışıyorum acaba? " gibisinden çokça sorgulama ile havlu atacak vaziyete gelindiği anda... işte yazış sebebim tam bu nokta... Havlu atmasın kimse, minik minik biriken adımlarla da olsa çoğalıyoruz böylece... bırakma konuma gelmişlere minik bir örnek ama bir kişiye bile ulaşmak, yıllar sonra sizin dilinizden ve vesilenizle de olsa ufak bir dokunuş için bazen çok büyük sayı!.. Herkesin bir rolü var madem; bir vesile olacak, demek ki bizde düşen rol de bu ki devam ettirelim...
Önleyici eğitim, hukuki yaptırımlardan daha evvel gelir; bu yüzden önleyici eğitimle ilgili aileler, çocukla ilgili kişiler bilgi edinmek ve bunu çocuğa aktarmakla yükümlüdür. Zor değil; sadece öğrenme isteği, özen, bilgi ve bilinç ile ufak adımlarla başlayıp siz de çocuğunuza kendisini nasıl koruyabileceğini aktarabilirsiniz. Yaşı uygunsa Kiko'nun hikâyesini ve videosunu seyrettirebilirsiniz. Sorumluluk alalım... ve lütfen lütfen lütfen sessiz kalmayalım! Çocuklarımıza da bunu aşılayalım!
Avrupa Konseyi'nin tüm Avrupa'da yürüttüğü 5'te 1 projesi ve anne-baba-çocuk-öğretmenler için hazırladığı materyallere aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:

1 Haziran 2019 Cumartesi

Sarılma Vakti!


Sarılma Vakti


İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Acil 3. Kat; Hematoloji Onkoloji Servisi… Kanserli Çocuklara Umut Vakfı’nın o zamanlar orada, “Ege’nin düşü” olan oyun odası… Bazı günler buz gibi ortam; bir çocuğumuzu kaybetmenin ardından gelen garip sessizlik ile ama gönüllü abla olmanın verdiği sorumlulukla, çocuklarla oyun oynamaya devam ederken hem çocuklarda, hem de üzerimde başkalık dolandığı vakitler ve böylesi zamanlarda vakfın psikoloğunun, “şimdi daha çok sarılma vakti” deyişleri.
“Şimdi diğerlerine, kalan çocuklara sarılma vakti, birbirimize daha çok sarılma vakti!”

Zorbalar, narsist kişiler, duygusal vampirler, duygusal manipülatörler, narsistik sapkınlar, … hepsi aynı kişiyi bile işaret etse diğer adlandırmalarla kısaca hayatı zehir eden agresiften pasif agresife bir çok yaklaşımla “ruh soykırımı” yaparak size zarar verenler, her zaman her yerde olabilir. Eğer dayak yerseniz, fiziki olarak herhangi bir şiddete maruz kalırsanız insanlar –en azından akli durumu yerinde olanlar- karşı çıkar ve suret olarak, basmakalıp şekilde bile olsa “şiddet kötüdür” diyerek yanınızda dururlar. Eğer duygusal şiddet mağduru iseniz maalesef ki ikinci bir mağduriyet diye tanımlayacağım daha ağır bir durum ile de karşı karşıyasınızdır. Geçenlerde doktor bir kardeşimin de dediği gibi “fiziksel şiddet en fazla birkaç ay sonra geçiyor ama duygusal şiddetin tesiri çok uzun süre devam ediyor hatta geçmiyor.” Zira fiziksel şiddette kabul edilen bir gerçek, şiddeti uygulayanın böylesi bir hareketi yapmasından ötürü her ne olursa olsun kabahatli olduğu yönündedir. Böylesi şiddet durumunda, fiziki duruma, fizik dünyaya yansıdığı ve gözle vb. şekilde görünür olduğundan, çocuksu bir algı ile “kötü” diye rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu sebeple de fiziksel şiddetten sonra bedenin iyileşmesi gibi ruhun da iyileşmesi daha kolaydır; zira bu hareketlere maruz kalana “ne iyi olmuş” diyen kişiye ya hasta, ya da problemli diye bakılır. İnsanların yanında durduğunu bilmek ve bu gibi durumların yanlış olduğunu düşünen mağdur için psikolojik olarak güç ve güven sağlar. Duygusal şiddette ise şiddeti uygulayan, birçok kişiyi kendi yanına çekmiştir. Soykırımcının yanına çekemediği insanlar da olayı tam kavrayamadıkları, anlayamadıkları bu şiddet tipini ve yıkıcı etkilerini bilmediklerinden, çocukluk seviyesinde kalıp da görmediklerinden(!) ya anlayamazlar ya da “sen de dikkat etseydin” gibisinden iyi niyetli bile yaklaşsalar mağduru ikinci bir yıkıma sürüklerler. Mağdur da zaten böyle bir toplum algısı içinde yetiştiğinden ve zorbanın ona sürekli imalarla da olsa aktardığı benzeri düşünceler sebebiyle kişi kendini buna inandırır ve hem içten hem dıştan destek bulamaz hale gelir. Ruh soykırımında, duygusal sarsılmalarınız bedene de yansır ve fiziki şiddette olduğu gibi aslında bedeniniz de hastalanır ve çoğunlukla iş yapamaz duruma gelirsiniz. Fakat bu sefer ilk önce benlik üzerinden yıkım başladığı için, bu durum dış gözlemciler tarafından dayak yiyen birine gösterilen merhamet ve adalet arayışı vb hallerle anlayışla da karşılanmaz; siz en derininize, ruhunuza aldığınız darbeleri gösterme imkanınız da olmadığından şiddet gördüğünüzü idrak ve kabul etmiş bile olsanız, çoğu zaman bu darbelerden dolayı kendinizi suçladığınız için ruhsal olduğu kadar fiziksel olarak da iyileşme imkanınız daralır. Yani hem ruh soykırımcısı, hem onun etrafına topladığı diğer soykırım katılımcıları, hem siz, hem de sizin etrafınızdakiler sürekli olarak suçlu olarak yine sizi işaret eder ve kendinizi kendiniz bile bırakarak yalnız kalırsınız.

Bu yazı dizisinin temel amacı çocukluk çağından itibaren yaşanan zorbalıklara ve önlenmesi için bu konuya dikkat çekmek olsa da, bir yandan da böylesi olaylara maruz kalanların yalnız olmadığını, şu an dünyada, (en çok görülen ülkelerden biri olan ülkemizde) “bu hususu ne ilk yaşayansınız, ne de yalnızsınız!” diyebilmek aynı zamanda. Eğer siz de böyle bir şiddet tipine maruz kaldığınızı hissediyorsanız, hissettiğiniz genellikle doğrudur.  Fark etmek kadar, sizin gibi bu durumu dünyanın dört bir yanında aynı/benzer hisler/düşünceler yaşayanlardan haberdar olmanın nasıl bir rahatlık yaşattığı, “ben anormal, hasta değilmişim” güveni verdiğini ve soykırımcının size ne yaptığını, ağına nasıl düştüğünüzü görmek, iyileşmek için çok önemli olduğu kesin. Çünkü ne kadar iyi, anlayışlı, temkinli olsanız da emin olunması gereken bir şey şu ki iş, aile, arkadaş her türlü yerde en güvendiğiniz ortamda kadın-erkek fark etmez, çok sessiz sakin görünen veya çok aktif-anlayışlı, güler yüzlü ve yardımsever biri şeklinde sizi bulabilir bu soykırımcılar. Herkesin başına ve her şekilde gelebilir! Özellikle de en yakınlardan ve tanıdıklardan, çevrenize girebilir durumda olanlardan alınır bu darbeler. O yüzden yaşananların sizin hatalarınızdan veya yaptıklarınızdan kaynaklandığını düşünmeniz kendinizi hesaba çekmeniz normal olsa da, aslında sizden veya yaptıklarınızdan, “anormal, hasta, kötü biri” olmanızdan kaynaklı değil sadece ve sadece bu hareketleri yapan/uygulayan ve onun yanında yer alanlardan kaynaklı bir durum olduğunu netleştirmek gerekir. Kafanızda sürekli geriye gidip kendi yaptığınız hataları görüp, büyütebilirsiniz ama bu hata diye gördükleriniz aslında, ancak ve sadece o kişiyi kışkırtan davranışlar olabilir. Ki günlük hayatta normal iletişim sürecinde herkes arasında gerçekleşen durumlardır ama sağlıklı insanlar arasında bunlar sorun olmadığı/çözülebilir olduğu gibi, sürekli devam eden ve dozajı her zaman yükselir şekilde değildir ve kimse bu tip halledilebilir şeyler yüzden birbirlerine şiddet uygulamazlar. Zira herkesin insan olmaklıktan kaynaklı ufak kusurları ve kişiler arası farklılıktan anlaşamadığı noktalar olabilir. Siz hatalarınız olduğunu görüp üzülseniz de HİÇBİR ŞEY şiddet uygulanmasını ASLA haklı konuma getirmez. Bu durum kesinlikle zorbanın kendisiyle ilgili ve kendisinin çözmesi gereken bir sorundur. Fark ettiğinizde de maalesef elinizde yapacak bir şey yoktur zira siz onu düzeltme veya tedavi etme imkânına sahip olamazsınız ve o kişide bu durum yeni değil, -büyük ihtimalle- bir rahatsızlık konumunda olabilir. Hayatınızdan atamadığınız, sürekli ve halen gördüğünüz biri ise bunları bilerek ona göre tavır almak, gerekiyorsa da kişiyi kendinizden uzak tutmalısınız. Eğer olayların başlarında farkına vardıysanız veya elinizden geliyorsa belki bu yaptıklarının farkına varmasına işaret etmek ve onun içinde bu konuları düzeltme isteğini uyandırmak ve hatta- mümkünse bir uzmanla iletişim için ikna etmek uygun olabilir veya onu halini çözümlemek ve birine danışmak için ikna edecek kişileri devreye sokabilirsiniz.

Çocuklarda da aynı durum geçerli, tek bir farkla, zorba olan çocuğun da küçük yaşlarda olduğunu unutmayıp, ailesine de kızmadan o çocuğun hastalığı yetişkinliğe geçmeden büyümeden tedavi edecek ufak dokunuşlarla da düzeltilebileceğinin yalnızlaştırılmaması gerektiği bilincinde olmak gerekir. Eğer çocuğunuz, öğrenciniz, yakınınız zorbalığa maruz kaldıysa lütfen çok fazla detaylara girip “sen de şöyle yapsaydın, senin de şurada hata var, dikkat edemedin mi, onun böyle olduğunu anlamadın mı” ve benzeri ifadelerden kaçınmalısınız. O zaten kendi iç muhasebesini çokça verdiği ve büyük ihtimalle de gereğinden fazla “empati” kurduğu için, insanları kırmamak adına bazı hareketlerde bulunduğu ve bundan ötürü şiddete açık hale gelip kurban olmuş olma olasılığı yüksektir. Çoğu kez zaten kendini insafsızca yargılamış,hatta infaz etmiştir ve soykırımcı yani zorba da sürekli onu suçladığı için (ya imalarla, ya hareketlerle, ya da direkt olarak sözel ifadelerle) siz bu cümlelerle soykırımcının suç ortağı olmuş olursunuz. O yüzden çocuğunuzun bu duruma maruz kaldığına inanıyorsanız, zorbalığın yaşandığı yer neresiyse oraya bildirilmesi gereken yere bildirim yapıp, gereken adımları atmanız ama bu esnada en önemlisi çocuğunuz, öğrenciniz, arkadaşınız ile olan iletişimde onun yanında yer alıp kendine olan güvenini yeniden kazanmasına yardım ederek, en azından bunun asla ve asla kendinden kaynaklı olmadığını ona inandırmanız için hal diliyle yansıtmanız gerekir. (İlerleyen iyileşme dönemlerinde mağdurun da bir tür zorba olmaması için, gerçekten iletişimde ciddi hataları olmuşsa, neden bunu yaşadığı, bazı hataları üzerinde durulabilir ama okulda, işte vb. yerde mağdur daha konu ile ilgili mücadele verirken ruhuna aldığı yara iyileşmemişken değil.) Çocuğunuzun yanında yer alırken, dikkat etmeniz gereken bir şey de tabii ki her sağlıklı aile gibi yaptığınız telkinlerle ilgili olacaktır. Herkesle iyi anlaşması, sınıf/okul/toplum ahengini bozmaması, uyumlu biri olmasını salık vermiş olduğunuz halde çocuğunuz buna rağmen zorbalığa maruz kalınca inandığı değerler çökme zeminine gelecektir. Çünkü öğretilerle yaşadığı şey arasındaki farklılık onu ürkütecek ve kendisi de yaşadığı durumda geldiği yerde bu öğütlere karşı ters hareket ettiği düşüncesine kapılabilecektir. Zira yaşadıklarından sonra zorba ile iletişime devam etmeme vb. konularda kendisini bir ahenk bozucu olarak, uyumsuz, hatta bir ayrık otu misali görebilir. Arkadaşları ile anlaşamayan, bağ kuramayan biri gibi kendini suçlayıp, onlardan bazıları (zorbalarla- zorbanın çevresi) konuşmadığı ve onlara karşı tepki gösterir olduğu için utanç ve kızgınlık hissedebilecektir. Daha da çok içine kapanıp, ortamdan uzaklaşmak isteyebilecektir. Bazen de o arkadaş çevresinden kopmaya korkup, başkaları arasında da sevilmeyeceğini düşünebilir. Bundan sebep, çocuklarımıza bazen herkesle anlaşamayacağımızı ve elimizden geleni yaptıktan sonra eğer iyileşme olmazsa istemesek bile, sevdiğimiz kişiler bile olsa bize zarar veren insanlardan ayrı durmamız ve onları belki geride bırakmamızın iyi olacağını; zorbanın zorbalığa devam etmesine izin vermemek gerektiğini çünkü onun da kendi durumunun farkına varmasını, böylece başkalarına bu şekilde davranmasını engelleme umudunu taşıdığımızı, belki de hatasını anlamasına onun da kendini dönüştürebileceği farkındalığın oluşturmanın önemini zira insan olarak onun değil yaptıklarının uygunsuz olduğunu fakat yaptıklarında düzelme olamadığı takdirde en değerli varlığın ve hediyenin yine kendimiz olduğu, kendi içimizde taşıdığımız emanetimizi korumamız gerektiği yönünde aktarımlar yapmak gerekebilir.  

Tüm burada yazılanlardan öte ve evvel ruh soykırımına kurban giden çocuğunuz, yakınınız varsa, şimdi her şeyden de önemlisi ona daha çok sarılmak gerekli! Bedenen olduğu kadar ruhen. Siz zorbalığa maruz kaldıysanız, size bunları yapan(lar)a bedenen set çekmek ve on(lar)a karşı belli etmemeniz gerekiyorsa dahi, onları /onların içinde aslında büyümemiş, öfkeli, yaralı, minik bir çocuk olabileceğini hatırlayıp kalbimizin içinde o miniği de sarmalı! Emin olun ki, hiçbir “soykırımcı” bu sarılmaları, (size ne yaparsa yapsın) insanlara karşı yaşanan o hisleri, sevgiyi yok edemez, böylesi iyileştirici etkiyi sömüremez!  Şimdi daha çok sarılma vakti! En çok da kendimize ve içimizde taşıdığımız değere sımsıkı sarılıp, içimizden aldığımız kuvvetle yekdiğerini kucaklama vakti!